Melankoli

ve melankoli.

Melankoli üzerine yazma isteğim hali hazırda canlı, üretken, olumlu deneyimler yaşayan ve hayatlarını mutlu bir şekilde sürdüren kişiler için şaşırtıcı bir tercih olarak gelebilir. Oysa biz biliyoruz ki 4-5 kişiden en az biri hayatlarının en az bir döneminde depresyon kriterlerini karşılayan dönemler geçirebiliyor. Belki yaşadınız, belki yaşayacaksınız ve belki de yanından bile geçmeyen şanslı gruptansınız. Ama depresyon var, gerçek ve yaşayanlar için çok sancılı bir ruhsal durum. Melankoliyi bir olgu değil de bir durum olarak tanımlama tarihinin aksine melankolik durumlar modern psikiyatride olgusal olarak değerlendirilip, tedavi ediliyor. Melankolinin ne olduğunu anlatan; mitolojik, tarihsel, kültürel , psikanalitik ve politik olarak konumlandıran bazı değerli kaynakları meraklı okur için yazının sonunda listeliyorum*. Ancak bu yazı için melankolinin bireysel ve kültürel deneyimlere odaklı olarak ele almayı tercih ediyorum.

Başlangıç olarak melankoli dediğimiz şeyin toplum içinde yaygınca kullanımında tıbbı kriterlerin aksine hafifletici bir yön var. Melankolide bir karanlık algılandığı şüphe götürmez ancak melankolik olma haline atfedilen hafif “mavi” bir hava var. Mavi dememin nedeni ingilizcede melankolik dönemlerin “blues” olarak adlandırılması. Toplumsal algı belli ki karanlığın içindeki mavi tonu ayırt ediyor ve melankolik insanlara naif ve duyarlı bir nitelik katıyor. Aynı toplumsal olaylar karşısında melankolikleşen ama ötekileştirilen duyarlı azınlık gibi. Oysa ki psikiyatride durum tam tersi. Melankolik depresyon tedaviye en dirençli, en ciddi depresyonlar için kullanılıyor. Belki de halk arasında bu mavileştirme arzusu acı çeken ötekiler için bir umut taşımayı sağlıyor. Hüzünlü şarkıları sevenler, romantik bir filmde bir damla göz yaşı dökenler, depresif zamanlarda elini eteğini insanlardan çekenler ve hatta meşhur depresyon hırkalarını giyip yorganın altında can bulanlara melankolik deniyor.

Melankolik kişi neler yaşıyor? Yaşadıklarını dışarıdan gördüğümüz gibi çerçevelendirme şansı var mı?Melankoliyi yaşadıysanız veya yaşayan birinin yanında bulunduysanız buna inanmak güç. Melankoli her şeyden önce kaybedilenin karanlığıdır. Kaybedilen şey her ne ise- sevgili, iş, aş, itibar, eş, dost, özdeğer- kendi gitse de gölgesi insanın ömrüne düşer. Bazen neyi kaybettiğini bile bilemeden aranır durur insan. Giden geminin ardından bakar, bomboş duvarlara, tavanlara bakar. Melankoli büyük bir yoksunluktur. Çoğu zaman insan ne bir insan görmek ne de duymak ister. Ama yapışmanın, iç içe geçmenin, yaralarına merhem bulmanın ihtiyacını da en yoğun haliyle yaşar. Bedeni ruhun yaşadığı depremin artçı sarsıntılarıyla yıkılır;yorgun,uykusuz,iştahsız,fiziksel ağrılar içinde kıvranır. Ne geçmişinden hoşnuttur ne de umutsuzluklla baktığı geleceğinden. O anda yaşanan acı sanki sonsuzdur ve o ana ait her sancı aynı şekilde devam edecektir. Yaşanan tüm bedensel ve ruhsal iç çekişler kaybolanların boşluğunda yankılanır. Oysa melankolik insanın sesi ne kadar da cılızdır. Koskocaman dünyada ıssız, bahtsız, sessiz, soluksuz bir noktadır. Melankoli bir ah ediş, iç çekiş ve dışarıdan duyulmayan bir çığlık halidir.

Dolayısıyla melankoli dışarıda kalmış olmaktır. Tekli bir deliliktir.Bazı dönemler kitlesel olarak yaşansa da. Çemberin dışında olma halidir. Melankolik, çevresinde olan biteni hazmedemez ve tahammül edemez. Çünkü melankoli bir körlük değil gerçekle apaçık bir rastlaşma halidir. İçinde yaşadığın aileye, kendine, yaşadığın kültüre ve düzene daha sansürsüz bakarsın. Çünkü siyah-beyaz acıklı bir senaryoyu renklendiren tüm savunma mekanizmaların çökmüştür. Çok kızgın olduğun eski dostunu düşünmeye başlarsın, ailenin sana karşı hatalarını, başarısızlıklarını. İnsan en çok bir kafesin içindeyken tutsaklıklarını tekrar tekrar hatırlar. Düşünmek, iletişim kurmak, üretmek ve tahammül etmek ne kadar da zorlaşır. Melankoli atalettir ve alabildiğine adaletsizdir. O yüzden adaletsiz olan her şey farkedilir ve için için isyan edilir. Ama kara kaplı defterlere tutulmuş hesaplar çok zor sorulur ve isyan kıvrılıp kalbin tam üstüne uzanır. Melankolide ömrün tüm yükleri bir çuvalda yer, yön bilmeden taşınmaya çalışılır. Melankollğin ölüm isteği sadece kaybının acısından kıvranmaktan değil, kaybedip hafiflemek istediklerinden kurtulamamaktandır. Lars von Trier’in Melanchlolia filmini izlemiş olanlarınız vardır. Filmde melankoli tüm imgeleriyle muazzam bir örüntüde anlatılır. O korkunç kıvrandırıcı depresyon belki de ancak ve ancak her şeyin ilelebet sonlanmasıyla mümkündür, yalnız kendinin ölümü o haset ve öfkeyi soğutmayabilir.

Melankoli her ne kadar bireysel bir paramparça olma hali de olsa insanın kendi biricik merkezinde sınırlı değildir. Melankolik insan başını kumdan çıkardığı anda zar zor da olsa etrafına bir bakınır. Düzen görmek ister, emek, adalet, eşitlik. Dünyanın adil bir yer olduğuna inanmak istemek lüks değil zaruri bir ihtiyaçtır. Kendi ülkemiz açısından bakıldığında hiç karşılanmayan bir ihtiyaç. O yüzden kutularca psikiyatrik ilaç reçete ediliyor. Aslında insanlar insanca yaşamanın imkansızlığına defalarca maruz kaldıkça insanlıklarını kaybediyorlar. Melankolide kaybedilen kimi zaman da “insanca var olabilmektir”. Biz ruh sağlığı çalışanlarına defalarca soruyorsunuz ya “ülke böyle oldukça sizin işleriniz artmıyor mu” diye. İşlerimiz ne ölçüde artıyor bilmiyorum ama biz hastalarımızla “insanlığımızdan” o ölçüde azalıyoruz. Çözüm farketmekte, çözüm sesimizi bilemekte. Her zaman melankoli için şunu söylerim, neyse ki sonsuz değil başı sonu belli bir dönem. Aynı şekilde yaşadığımız coğrafya için de bu kabus sonsuz değil. Kapkara melankoliye biraz mavi fırça darbeleri vurmamız lazım o kadar…

Nesli Zağlı

Okuma Önerileri:*
Yas ve Melankoli, Sigmund Freud
Melankoli, Serol Teber
Depresyon, Yas ve Melankoli, Darien Leader
Melankoli Kadındır, Dörther Bindert
Kara Güneş-Depresyon ve Melankoli, Julia Kristeva
Karaduygun- Sema Kaygusuz

Bir Yorum Yazın